Thursday, July 26, 2012

Ecdadımızda Ana-Babaya Hürmet

Ecdadımızda Ana-Babaya Hürmet





(Diyanet Gazetesi, sy. 153 (15 Kasım 1976), s. 4.)


Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Baba evladına bir sevgi bakışıyla baksa, onu kendisinden hoşnut edebildiği için evlada, bir köle âzat etmiş kadar sevap yazılır.”

Dendi ki:

“Yâ Resûlallah! Eğer 360 defa bakarsa?”

Buyur du ki:

“Allahu ekber” (Elbette, Allah sonsuz derecede büyük ve cömerttir; her bir bakış için ayrıca ecir verir.)99

Yüce dinimiz evlada, ana-babasına hürmet ve hizmet etmeyi ısrarla ve sarahatle emreder. Bu mevzuda, Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde pek çok delil bulunmaktadır. İslâm’da, ana-babaya değil sert ve ağır söz söylemek, “öf” demek bile yoktur. Onların yüzüne sevgi ve şefkatle bakmak bile ibadetten sayılmıştır. Cennet, onlara iyi davranmak ve gönüllerini almakla kazanılabilir. Allah’ın rızası, ebeveynin rızasına bağlıdır. Onların darılma ve kırılmaları, insanı felaketlere uğratır; lânet ve beddualarının önüne geçip bertaraf edilmesi imkânsızdır. Onlar için yapılan masraflar, hediyeler, infaklar, Allah tarafından 700 misli ile mükâfâtlandırılacaktır ki bu “fî sebîlillah” cihadın sevabına denktir. Biz müslümanlar dinimizin bu gibi ahkâmı dolayısıyla ana-babamıza hürmeti mânevî bir vecd içinde yapar; onlara hizmet etme fırsatlarını kaçırılmaz bir ganimet sayarız. Her vesileden faydalanarak onların gönüllerini almaya, hayır dualarını kazanmaya çalışırız.

Geçenlerde elime iki eski mektup geçti. Bunları, medresede okuyan bir talebe, köydeki babasına hitaben kaleme almış. Basit, olağan, sanat ve edebiyat gayesi gütmeyen yazılar. Şu kadar var ki başlığı, hitap tarzı, içinde kullanılan ifadeler bize eski kültür ve ahlâkımızda aile bağlarının ne kadar sağlam mânevî temellere oturduğunu, evlat ve ebeveyn arasında ne kadar derin bir sevgi ve saygı bağlantısı bulunduğunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Bu bakımdan, ders ve ibret alınması için meallerini aşağıda kaydediyorum:

“Huzur-ı âlîlerine:

“Sebeb-i hayât ve necâtımız efendimiz hazretleri,

“Bu kere hâk-i pây-i âlîlerine yüzümüz ve gözümüz sürerek hâtır-ı âlîlerin istifsâr eyleriz. Şefkatlü, hakîkatlü validemiz hanımın dahî iki ellerinden öperek evkât-ı hamse akîbinde du’â-ı hayr ile yâd buyurmanızı taleb ve niyâz eyleriz ve büyük ninemiz hanımın dahî ellerinden pûs ederek du’âlarını niyâz eyleriz ve amucalarımız efendilerin ve eniştelerimiz fazîletlü İbrahim Efendi’nin ve Mehmed Ağa’nın ve dayımız Mustafa Efendi’nin yed-i şerîflerini pûs ederiz ve hane halklarına selâm olunur ve mahdûmları Ahmed Çavuş ve Mehmed Şâh ve Mustafa’ya ve Tahir dayımıza ve Salim Onbaşı’ya ve Hüseyin’e ve dayımız oğlu Mehmed ve Yusuf’a husûsî selâmlar ederiz. Ve sâ’ir akrıba ve ta’allukâtımızın ve komşularımızın kâffesinin, büyüklerin ellerinden ve küçüklerin gözlerinden pûs ederiz ve akrân ü emsâle hâssaten selâmlar ederiz. Bâki’ Rabb-ı Kadîr’e emânet olarak sıhhat ve âfiyetinizi temennî eyleriz...”

“Bismillahirrahmânirrahîm.

“Huzûr-ı âlîlerine,

“Bâ’is-i hayâtım ve sebeb-i necâtım, pederim efendim hazretleri,

“Himem-i âliyeniz ve du’âlarınız berekâtı olarak mahdûmunuz dâ’îlerine beşinciden imtihân isâbet etmiş olmasıyla, Bâb-ı Ser’askerî’ye istidâ olunarak her bir kalemde mu’âmele-i kaydiyyesi icrâ olunduktan sonra, bileğimize bilezik şeklinde ip bağlanub, bağlanan yerini firenk mumu ile mühürleyib, “Birkaç gün sonra imtihâna gireceksin.” deyü emr eylediler. Kendimi nısfı’l-leylde olan zulmetin içinde kalmış gibi zannediyordum. Hamdolsun, bu sene-i mübârekede –324 senesi 2 Şubat Pençşenbe günü– imtihâna bed’ olunub; himem-i âliyeleriniz ve du’â-i pederâneleriniz berekâtı ve ‘inda’llah du’âlarınızın kabûlü sâyesinde, Meclis-i Masâlih-i ‘İlmiyye Hoca Efendilerimiz, bende-i dâ’îlerini huzûr-ı âlîlerine da’vet edüb, orta yerde vaz’ olunan seccâde üzerine cülûsumu emrederek su’âl etmeye başladılar. Himem-i âliyelerinizin berekâtı ve du’âlarınızın ‘inda’llah kabûlü sa’yesinde su’allerine cevâblarını tediye eyledim. Fakat kaç numara kazandığım mechûl olub itmi’nân-ı kalb hâsıl olmadığından düşünmekde idim. Şimdi ise bi’inâyeti’llah-ı Te’âlâ 325 senesi 2 Mart Pazar ertesi günü isbât-ı ehliyet eylediğime dâ’ir, Harbiye Nezâreti Erkân-ı Harbiyye Dâiresi Nüfûs Kalemi’nden yedime takdîm olunan şahâdetna’meyi aldığım esnâda dünyâlar benim olmuş gibi sevinerek medresemize nasıl geldiğimi anlayamadım. Hamd ü şükürler olsun Cenâb-ı Mevlâ, bu abd-ı âcizîye himmet ihsân eyleyüb, dost, düşman ve emsâl meyânlarında yüzümü kara çıkarmadı. Gelecek imtihânımı da evvel Allah’ın lutf u ihsân u hidâyetiyle ve sâniyen zât-ı ‘âli-i velîni’met-i pederânelerinin du’â ve niyâzlarının ‘inda’llah kabûliyle feyzyâb oluruz inşâ’llah...”

Aradan 60–70 sene kadar zaman geçmiştir. Bu günün evlat ve ebeveyn münasebetlerini düşünelim. Evladın, şu asil mektuplarda görülen ana-babaya bakış açısı ve aile fertleri arasındaki muhabbet bağları oldukça değişmiş ve tahribe uğramıştır. Çünkü onları besleyen mânevî güç kaynağı ihmal edildi. Bugünün ailelerinde sık sık müşahede edilen acı ve hazin tablolar ve eski ile yaptığımız mukayeseler bize şu gerçeği bütün açıklığıyla gösteriyor: Gerek fert, gerek aile, gerekse cemiyet olarak, varlığımız ve bekamızın, başarımızın ve mutluluğumuzun yegâne şartı İslâm dinidir; ona iman ve ihlasla sarılmaktır. Kuvvet aldığımız kökleri tahrip etmemeli; bindiğimiz dalları kesmemeliyiz. Aksine hareket bizi hüsrana, felakete, anarşi ve izmihlale götürecektir.

                                                                                                                   Mahmut Esad Coşan R.A.

No comments:

Post a Comment